21 Aralık 2011 Çarşamba

9-Anamla Gittiğimiz…

Anamla Gittiğimiz… 

 Yıl 1959, Haziran ayının ilk günleri falandı.
4-5 yaşlarımın aralığındaydım henüz
Fatma Ebem de sağdı o zaman. Anneannem yani.
Aslında Anamdan çok O’na giderdim ziyarete…
Delimam Dedemin evine.
İşte Ora’ya gidişlerimden biriydi. Anam beni Bolat Deresi’ne (Göksu) götürdü. Ora’daki bahçelerini sulamaya.
Öğleye doğru dönecektik sözde.
Kimseye haber vermemiştim “erken döneceğiz” diye.
Dedemle Hanife Ebemin haberi yoktu hasılı bu gidişimden de!

Ancak Dere’deki bahçeyi suladıktan sonra Anamın güya bir acil işi çıktı. Derenin bize göre karşı geçesinde bulunan ve o zaman ki adıyla Gederet (Dereiçi) Köyü’ne gitmesi gerektiğini söyledi. Güya acil bir işi çıkasıymış! Yanında beni de götürecekti.
Ben gitmek istemedim.
“Dedemle Ebemin haberi yok” dedim.
“Beni merak ederler” dedim.”
“Hem ellerin köyünde ne işim var benim?” dedim.
Ama; alladı, pulladı, kandırdı beni anam!
“Akşama Köyümüze dönmüş olacağız” dedi.
Eh ben de kandım. Hakikaten kandım!
Sonradan yaya bir saatten fazla sürdüğünü öğrendiğim yola anamla birlikte çıktım.
Hay çıkmaz olaydım e mi!
Çıktım, çıktım o sefer; Bari bir daha yönümü dönüp bakmaz olaydım he mi…?

            ****************

Aman siz siz olun…!
Çocukların “Burası benim evim…” diyebilecekleri sabit bir yerleri olsun!
Ve oradan ırmayın, uzaklaştırmayın onları bu sabit yerlerinden.
Benimsenen bu yerin, parçalanmış aile ortamlarının ortaya çıkardığı şartlar içinde gerçek ana veya babanın yanındaki yetersiz ve oynak ortamlardan çocuklar adına daha faydalı olduğunu aman iyi bilin!
Bu konu önemli…! Aman dikkat; aman ha…!

                        *****************

Çıktık yola…
Hemen öğleden sonra…
Aaaa… Ne uzak yermiş ora?
Vallahi git, git; varılmaz…
Çocuk bacakları hiç mi hiç dayanmaz!
Zaten gitmeyi de canım istemez!
Ayakların gitse de gönlüm geri geri gider.
Gün dikelmiş tepemize…
Amma bitmez yolmuş ha…?!
Bu yollardan sanki bize ne?
Şöyle bir dönüp bakıyorum gariye...! Bizim köy görünürlerde yok zaten. "Gökdere" (Bolat Deresi) bile çok gerilerde ve aşağılarda kalmış. Karşıda "Göksu Kanyonu'nun" bizim köye doğru olan o kale gibi yüksek kiraç kayaları ile daha doğuda "Kagnı Durağının Başı" ve "Çelen" dediğimiz mevki görünüyor. Ve çok uzaklardayım...!
Adının "Gabacardıç" olduğunu sonradan öğrendiğim o anıtsal nitelikli koca ardıç ağacının altına gelmişiz. Yani o ağacın az altındaki koca bükteyiz (viraj).
Ben mızırdansam da Anam beni oyalıyor;
“Aha şurada, aha burada, geldik, geliyoruz” diye eğliyor!
“Şöyle güzel köy, böyle güzel köy…” diye de tavlıyor.!
O beni oyalayadursun, herşeye rağmen kararımı verdim ben!
“Çok uzak; ben gitmem!” diyerekten diktim asayı, yakın yolda direndim!
“Döneceğim ben” dedim “geriye”… “Sen git…” dedim O’na.
 Öyle ya:
“Senin falanca köydeki işinden bana ne?”   

Bu kez anamda sanırım şafak attı Anamda.
Başkaca tedbirler geliştirdi o arada.
Sırf götürebilsin diye beni yanında.
Ve sırtına yüklendi; habıç etti beni.

Zaten 4-5 yaşlarımın arasındayım; ne canım var ki onca yolu yürümeye?
Bizim Köy’den de gelmişken bir saat yayan dereye…
Yoruldum iyice tabii ki de. Neredeyse 13-14 km.lik yol…
“Hemen şu tepenin arkasında: korkma geldik! İşimizi görür döneriz!” buyurdu.
Yine de o tepenin arkasına varmadan beni sırtından indirdi.
İndirdi ama biraz olsun dinlenmiştim tabii.
Belki biraz da moralim yerine mi gelmişti ne?
Ve, yürüdüm tepenin arkasına dek.

Koruluk gibi bir yerlere gelmiştik. Lakin görünürlerde köy falan yoktu.
Yeniden itiraz ettim ve bağırdım çaresizce:
Öyle ya: “Hani bu köy nerede…!?”

Anam bu defa inanılması imkansız bir yalan patlattı.
Üstüne yemin, billah çatlattı!
“Önceki gelişimde bu köy tam da buradaydı.
Alıp götürmüşler bunu ileriye” deyiverdi.
Ama korkma; fazla götürememişlerdir yine de.
Olsa olsa, ancak şu önümüzdeki tepenin ardına kadar götürebilmişlerdir O’nu.”  Diye bir güzel maval anlattı.
Çocuk aklımla da olsa yemedim mavallarını.
Olanlar karşısında geriye dönmek konusunda kararlıydım aslında.
Lakin çok yol gelmiştik ama.
Geriye dönüş korkuttu beni, tek başına.
Çaresiz devam ettim yola.
Lakin gerçekten de çok kızmıştım Anama.
O beni yanında bulundurmak istese de.
Ne işim vardı elin Gederet’inde?

Bereket ki bu son söylediği yerdeydi Köy!
Yani Gederet.
Daha ileri götürememişlerdi(!) anlayacağınız.
Anam haklı çıkmıştı bu defa.
Keşke daha ileri götüreydiler ama!
Ve gidilip gelinemez olaydı o köy için.
Öyle ya:
Bu sözlerim için, ilerisini bekleyin siz bu işin!!

Oraya vardığımızda, pek fark edemesem de vakit sanırım ikindi civarıydı. Bir eve vardık; basık masık! Girdik içeri. Derken ev kalabalıklaştı. Gelen giden gırla... Ben ise yad yad ortada... Anama sokulmak, O’na bir şeyler anlatmak istesem de, beni odadan dışarı çekiştiriyor bazı kadınlar. Hatta ters de davranıyorlar bana. “Anayın işi var burada!” diyerek, paylayıp azarlıyorlar beni!
Adam hesabına koymuyorlar anlayacağınız! Ama beni eziyorlar… Bilmem ki bu hususta ne biliyorlar?
Durum çok zoruma gidiyor. Hatta, içeride bir adam var, aynı hareketi o da yapıyor.
“Alın şunu, odanın dışına çıkarın!  Buraya gelmesin, falan filan…” diyor ters ters…
Ve, sanki evin sahibine benziyor o adam!

Anam çok insanla muhatap oluyor bu arada.
Bana laf yetiştirdiği de oluyor arada sırada.
“Az kaldı; işimiz bitmek üzere,  falan, filan…” demede!
Kavrayabildiğime göre o sırada, sanırım bir evlenme meselesi var Anamın...!?
Üstelik de beni dışarı çıkarttıran o adamla…
Ama yine de işi tam kavrayamıyorum.

Belki mücadeleyi asıl ben yürütüyorum.
Ama boyum ne posum ne?
Hiç bir şeyi beceremiyorum.
Kendi derdimi söylemeyi bile…
Moralim temelli bozuluyor…
Buradaki iş aslında beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
Ben, sadece kendi evimde olmak istiyorum!
İşte o kadar!
Ve, bir kez daha yükleniyorum anama;  avazım çıktığınca kapıdan:
“Bak!” diyorum, “Yıldızlar çıkmak üzere gökyüzünde!
Hattâ bazıları görünüyor bile.
Beni ne zaman götüreceksin evimize?”

Anam: “Az daha, az daha…” diye savuşturuyor beni.
Çaresizim nitekim! Ağlamak, sızlamak nafile. Üstelik tanımadığım insanlar da karışıyorlar işe! Bazen azarlayıp, bazen fikrimi çeliyorlar akıllarınca.
Hatta dalga geçiyorlar bazen benimle? “Ananı artık biz yollamayacağız, falan, filan…!” diyorlar…
İyi de: “Beni bir götüren olsun madem kendi evimize…” Benim durumumu anlayacak kim var orada; kim de…? Bir de bu olsa ortada keşke...!
Ve bilmiyorlar…! Belki bilmek de istemiyorlar… Yaşananların hepsini bir, bir kaydettiğimi; duyarlı ve algılayıcı bir birey olduğumu kavramıyorlar. Durumun her çocuk açısından aşağı yukarı böyle olduğunu da… Demek ki düzeyleri bu; ve beni çocuksuyorlar!  Kimlik ve kişiliğimin gelişmekte olduğunun farkında olmuyor, beni bir güzel örseliyorlar...!

“Az oynayalım” diye dışarı, evden de dışarı çıkarıyorlar beni. O evin ve komşularının çocukları.
Çaresiz çıkıyorum…!?
Mahallenin cümle çocuğu tepemde...
Konuşmam bir tuhaf geliyor onlara.
Ve merak edip soruyorlar?
Benceyse, asıl onlar konuşuyor tuhaf tuhaf!.
Öyle ya:
“Baba” diyecek yerde “buba”;
“Buğday” diyecek yerde “buğdiy”;
“Bakayım” diyecek yerde “bakıyın” diyorlar.
Tutuyor, bir de benim konuşmalarıma gülüşüyorlar.
Gerçi bir hayli de merak ediyorlar…
Ve bana saçma sapan şeyler soruyorlar.
“Vay efendim, kediye ne dermişiz”;
 “Köpeğe ne dermişiz;”
“Olmadı daha; İneğe ne dermişiz;”
“Sineğe ne dermişiz, vs., vs.” şeyler yani
Sıkıldım anlayacağınız. Ancak bir hayli zaman da geçmedi değil hani.

Bu arada bakıyorum ki, gökyüzünde yıldızlar iyice çoğalmış. Demek ki vakit bir hayli ilerlemiş. Tekrar o eve dönüyorum!
Ve Anama: “Yıldızlar iyice çıktı; haydi gidelim artık!” diyorum!
Bu arada, evdeki o adamın, Anama karşı bazı laubali hareketlerini görsem de, görmezden geliyorum.
Ben sadece buradan götürülmek istiyorum.
Kimsenin işine de karışmıyorum.
Kim ne hali varsa görsün; bana ne!  
Ancak, Anam beni güya korkutuyor.
“Artık yıldızlar çıktı; gidemeyiz! Bizi canavarlar (kurtlar) yer yollarda” diye kandırıyor. Bu sözlere inanmasam da, çaresiz gidemiyorum.
Ama, “söz” diyor Anam; “Söz, sabah olsun, ilk iş döneceğiz geriye”.

Mübarek…!
Sen ister dön. ister dönme; bana ne!
Beni evime götür; hepsi bu!

Hasılı yatıyoruz! Yatıyoruz ama gelin de bana sorun…!
Ertesi gün…?
Daha ertesi gün….?
Bir türlü gidemiyoruz. Neredeyse bir aya yakın zaman geçiyor Ora’da.
Ama nasıl geçtiğini bir Allah’a, bir de bana sorun o günlerin nasıl geçtiğini. Asla intibak edemiyorum oraya ve oradakilere.... Aslında gayret etsem de…
Ve ben sadece, kendi köyümüze ne zaman döneceğimizin beklentisindeydim. Esasen bu bekleyişimin zamanı belirsiz olsa da dönmeme gibi bir ihtimal yoktu aklımda. Dönecektik; illâ ki yani!  Ne kadar dile getirsem de bu arzumu sürekli ötelenip ancak! Ve kandırılıp duruyordum; “Ha bugün, ha yarın…” 
İşte bu Köye dönüşün zamanı belirsiz ve beklentili günlerimden biriydi ki, hayattaki ilk tokadımı da yiyorum maşallah…! Manevisi zaten hay da, Fiili ve fiziki olanını yani…
Bakın nasıl?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder