Kendi Köyümüze Dönüyoruz!
Gederet’teki bu sıkıntılı günler sürmekteyken, hep birlikte Bizim Köye gidileceği haberi ilişti kulağıma.
Ekin (arpa) işlenecekmiş bizim Köydeki Delimam Dedemden kalma arpalıkta,
Öyle ya:
Fatma Ebem de yaşlıydı; işleyemezdi arpa marpa.
Bu duyuma ne kadar çok sevindiğimi bilemezsiniz doğrusu.
Ve, sanırım aynı Haziran ayının sonları yaklaşmış olmalıydı. 20-25 gün civarında bir zaman geçmişti. Zehir gibi geçen günler…
Nihayet günlerden bir gün çıkıldı yola.
Bizim Köy’e gidiliyordu; Yelbeği’ye… İçim içime sığmıyordu. Dünyalar benimdi.
Akşam namazlarının vaktinde gelindi bizim Köye.
Doğruca Fatma Ebemin evine…
Allah gani, gani Rahmet eylesin; Fatma Ebem bana bir sarıldı, bir sarıldı ki sormayın! O da çok severdi beni; ben de O’nu…
Yine de benim gözüm kendi evimizdeydi.
Anamın içine girdiği bu “curcunadan” hiç de hoşnut değildi O da. Sonraları olmadı da… Ama, ah benim bu akılsız Anam…!
Evde küçük bir kısım dırıltılar çıksa da olan olmuştu. Ancak, dediğim gibi Fatma Ebem, ne o köyü, ne de o aile ve adamları sevmedi, sevemedi bir türlü.
Annemin bu olayı hep kınadı bizim çevrelerde.
“El aşağı, (ovaya, sahil’e) gider de sen yukarı (dağ köyleri) yukarı mı gidersin! Hem 8-10 çocuklu adam mı alırmış sencileyin bir kimse ?” dediler… Onlar: “Kader, mader” diye “vızıldasalar” da bu konu pek onaylanmadı çevrede… Ve kınandı durdu.
Bu tarz işler aslında, bence de insanın bizzat kendi elleriyle oluşturduğu, Allah’ın da; “Al bakalım ya kulum!” diyerekten, onay ve dizayn verdiği türden kaderlerdi. En basit tanımıyla bu böyleydi. Yani, Kocası Mahmut Efendi’nin anlattığı türden zorunlu bir yazgı, “alın yazgısı” değildi kader.
Kader: ölçü, ayar, yasa, yazılım, plan, programdı aslında.
Burada araya küçük bir anekdot ve yorum girmek istiyorum kaderle bağlantılı olacak şekilde:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder