Dedemin Sevinci:
Aslında Rahmetli Dedem Kara Mehmet, beni okutmayı çok istiyordu. Lakin anlattığım gibi ömrü vefa etmedi buna.
Bir gün bakın ne oldu?
Dediğim gibi, o yıl İlkokulun 4. sınıfındaydım. Ve hastalığı bir hayli ilerlemişti dedemin. “İlerlemişti” diyorum ama, bir doktora dahi gidebilmiş değildi benim güzel Dedem. Doğrusu hastalığının ne olduğunu dahi bilenimiz yoktu. Sadece hastaydı; ve yatıyordu…
Bir defa komşular arasında kendisi için “Nüzül olmuş” diye konuşulduğunu işittim. Bunun anlamının ne olduğunu bilmiyordum. Birilerine sorma gereği de duymadım. Gerçi onlar bunu biraz da kınar gibi konuşmuşlardı ama, Dedeme hiç yakıştıramadım her ne ise ben onu. Hem elimden gelen hiçbir şey de yoktu ki. İki büyük amcamla babamın bile bir şey gelmezken ellerinden?!
Zaten yaşlıydı artık (!) Acaba öyle miydi? 76 yaşları civarındaydı Rahmetli.
Ne var ki vaziyeti ağırlaşmıştı artık. Bu belliydi…
Durumu kanıksamıştık adeta…
Her şey doğal mecrasındaydı aklımızca…
Ve Dedem gidiciydi!
Ben ise sadece Allah’a sığınıyordum. O’na yalvarıyordum! Nice günler bilirim; yerlere kapanıp, kapanıp ağladığımı! Ve Rabbimden yardım dilediğimi… Bu şartların içinden çıkarmasını beni!….
Dedeciğim, belli ki yapamayacaktı; “Okutacağım!” dediğini.
Artık eskisi gibi değildi Dedem. Ara sıra aklı geliyor, Çoğu zamansa gidiyordu. Yarı baygın yatıyordu çokça. Kendinden bile haberi olmuyordu.
İşte bu demleriydi ki, Okuldan öğle yemeğine geldim eve. Baktım dedem uyanık; aklı başında! Ne güzel…!
Beni görünce ne kadar sevindi o da, bilemezsiniz ne kadar…!
Gözlerinden iki damla yaş düştü! Ye “Yavrum…!” dedi. “Nerelerde kaldın hay yavrum?” ve ağladı....
Zaten O hep beni özler, beni söylerdi.
Herkese benmişim diyerekten hitap ederdi.
Aslında bu işe iki emmim de biraz içerlerdi.
Yine de pek belli etmezlerdi, rahmetliler.
Belli ki baygınlık halinde geçen zamanları çok uzun geliyordu ona ve beni özlemişti. Gerçi ben de O’nu çok özlerdim ama!… Ve halâ, halâ…
“Okuldan geldiğimi” söyledim kendisine.
“Vazifeye atılmana daha çok var mı?” deyince temelli anladım? Dedemin hafızası yerinde değildi. Benim İvriz’de falan okuduğumu sanıyordu güzel Dedem.
Hiç bozuntuya vermedim,
Sevinsin istedim.
Köyün Okulundan geldiğimi söylemedim.
Sanki dışarıdaki bir okulda okurmuşumcasına cevapladım.
“Daha bir yılım var Dedeceğizim!” dedim.
Tuttum, boyunlarına bir güzel sarıldım!
“Aman yavrum, iyi çalış; kurtar kendini! ” dedi.
Dedi ve kendinden geçiverdi.
Çok ağladım peşinden!
Hem de hırslandım, okuma isteğimden.
Bir ara durumu Babama anlattım.
Bakın sonra ne olmuş?
Artık Hanife Ebem kendisine tek başına bakamaz olmuştu. Amcalarımla Babam nöbetleşerek dururlardı başında. Ve ihtiyaçlarını karşılarlardı Dedemin. Günlük Bakım ihtiyaçlarını...
Babamın nöbetinde yine aklı başına gelmiş bir ara.
Ben yokum Okul’dayım. Bizim İlkokul’da.
Dedem bağırmış: “Meymet, Meymet…!”
Babam: “Mehmet yok baba; benim, ben! Ben, Nurali…” demiş.
“Peki Meymet nerede?” diye sorunca, Babam anlattıklarımı hatırlamış.
Ve Dedeme: “Benim vazifede olduğumu” söylemiş.
Dedeciğim duyduklarına ne kadar sevinmiş, ne kadar sevinmiş…!
“Nerede görevli olduğumu” sormuş?
“Doğuya verdiler baba, şark hizmeti…” demiş Babam da!
“Vay yavrum vay!” diyerekten bir sevinç bir gözyaşı dökmüş dedem.
Yine kendinden geçmiş; geçivermiş!
“Allah muvaffak etsin!” diyerekten!
İnşallah Rabbim O’nu da gerçek muvaffakiyeti yakalayan kullarından etmiştir.
Ve etsin inşallah!
Ve cümlemizi; ve cümle geçmişimizi…
İşte Dedeciğimin bu sevinci, teselli olagelmiştir bana hep!
Dedemle Hanife Ebemin bir sevincine daha tanık olmuştum ki daha önce; sormayın gitsin. Onu da anlatacağım sizlere. Lakin bu sevinci anlayabilmek için bazı şeyleri daha önceden anlatmam gerek sizlere.
Buyurun anlatayım!
Ki Onların bu sevincini ve bu sevinçteki övüncümü asla unutamam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder