Yaşımın Büyütülmesi ile Kefil Sorunu:
Yeni diplomamı çıkartmak için Bozkır’a, yani İlköğretim Müdürlüğüne gittiğimiz gittiğimiz gün Babam yaş büyütme konusuyla da ilgilenmişti. Sanırım birinin tavsiyesi üzerine doğrudan doğruya gidip Hâkim’in kendisine söylemişti?
Öyle ya:
Durum önemli ve acildi.
Benimle ilgili istikbal meselesiydi.
Hayat memat konusu yani...
Bu iş mutlaka görülmeliydi.
Hattâ o hafta içinde çözülmeliydi.
Bu işi yapacak olan da işte o Hâkimdi.
“Durum işte böyle, böyle…
Bu çocuğun yaşı mutlaka kaldırılacak…
Yani 2 yaş büyütülecek…
Aksi halde çocuğun istikbaline mani olunacak” diyerek anlattı.
Yargıç anlayışlı adammış…
Babama:
“Arzuhalciye bu konuda bir dilekçe yazdırmasını, onu kendine getirmesini, iki gün sonraki duruşmasına yanında iki şahitle yetişmesini” söylemiş.
Babam Hukuk Yargıcı’nın dediklerini yaptı. Harcını ödeyip o davayı açtı.
Geride duruşma gününe katılmak kalmıştı.
Fakat nasıl?
Şu tanık bulma meselesi hayli zordu. Millet sergi sermeye girmişti. Üstelik bu işe herkes uygun da değildi.
O akşam Havva Teyzemi gördük bu konuda. Rahmetli Havva Teyzemi. Anneannemin küçük kardeşiydi O. Fatma Ebemin yani… Her isteği yerine getirilesice, cennet mekân Havva Teyzem hiçbir tereddüt göstermeden, bizlerden herhangi bir talepte de bulunmadan derhal kabul etti tanıklığı. Üstelik de yaşlıcaydı… Yaşlıcaydı ama “benim, kendi eline doğduğumu” söylerdi. Annemle bizleri de zaten çok severdi. Allah ve Peygamber sevgisine de nail olası Teyzem…
Konya’dan yeni diplomamı alıp döndüğümüz akşam da kapı komşumuz Rahmetli Kara Mustafa’ya (Mustafa GÖKMEN’e) açtı babam konuyu.
Kara Mustafa’nın yapacağı tanıklık çok uygundu. Kendisi kapı komşumuzdu. Durumu gayet biliyordu. Dolayısıyla tanıklığı inandırıcıydı. Her ne kadar hakim işi çözecek de olsa, deliller de uygun olmalıydı. Nitekim çocuk sayısı bir hayliceydi O’nun. Üstelik çocuklarından birisi ve şimdilerde rahmetli olan Davut’un doğum kaydı 1954’tü. Tam da büyütülmem gereken yıl yani. Ve ben zaten güya o çocukla yaşıttım. Babam askerde olduğu için geç yazdırmıştı beni. Ta asker dönüşü yani... İşte bunları anlatacaktı Kara Mustafa…
*******************
Gerçi Bizim Köy’ün bağlarının büyük bir çoğunluğu rakım olarak daha yukarıda olduğundan üzümler tam ermemiş, sergiye de pek girilmemişti. Lâkin Kara Mustafa’nın işi pek çoktu. Sergi seriyorlardı. Göksu Vadisindeki bağlarında…
Öyle ya; Göksu vadisi ile Köyümüz arazileri arasında, yerine göre neredeyse; 200, 300 hatta 400 metreye varan rakım farkları vardı. Belki vadi tabanında bu fark daha da fazlaydı. Dolayısıyla bu vadi mikro klima bir özellik gösteriyordu. Baharı da, yazı da köyümüz çevresinden 15 gün erken oluyordu. Güzü ve kışı ise 15 gün daha sonra…
Kara Mustafa’nın sergi serdiği bağ işte bu vadinin orta yamaçlarındaydı. Orayı yeni satın almışlardı. O sıralar köy’den göç eden Gök Mustafa’nın Ahmet’ten…
Buraya Bizim Köy’den yaya gidilmek için önce güney yönüne gidilip, Yelbeği “Düzen’indeki” koru geçilmeliydi. Devamla, “Aşağı Eğridönecek” dediğimiz mevkiden sonra sola ayrılarak, Bizim Köy’ün kuzey komşusu Taşbaşı ile aramızda sınır meydana getiren “Küçük Karınderesi’nin” oluşturduğu o bahar dereciğinin sularını Göksu’ya taşıyan vadiye inilmeliydi. Buraya “Çöğürlüsu” falan da deniyordu. Oradan sonra bir hayli yukarı çıkılmalıydı. Güney doğu istikametine doğru… “Aşağı Eğridönecek’ten” az daha aşağıdaki “Kopuktaş” tabir ettiğimiz yer ile karşı karşıya gibi bir yerlere yani.
Bu yerin daha güzel anlaşılabilmesi için daha bilindik bir tarif yapmak gerekirse
Hadim Yolu’nu da kullanabiliriz.
Hani İvriz’deki mülâkat sınavından dönerken anlatmış olduğum Konya-Hadim Yolu’ndan…? Bozkır yönüne gidip de diplomamı kaybetmiştik ya…? İşte o yol…!
Hatırlayacaksınız Hadim-Taşkent-Sarıveliler Yolu ile Bozkır Yolu Sarıoğlan’da birbirlerinden ayrılırlar. Bozkır Yolu batıya giderken; Hadim yolu doğruca güney istikamete devam eder Ora’dan... Orta Toroslar’ın Taşeli Plâtosu’na…
Bu yol ile daha önce Bozkır’a bağlı Armutlu ve Hamzalar’ın yakınından, Yeniköy’ün içinden geçilir. Devamla, Göksu Vadisi’nin, “Eğiste (Bağbaşı) Deresi’ne” yıkılmazdan önce Taşbaşı arazisine girilir. “Yanık Güney, Amudun Yanı, Akçakisse” diye adlandırdığımız yöreler bizim köylere gidilen yol sapağı iste buradadır. Sağa, batı istikametine sapar.
O bölge ormanlıktır. Meşe ormanları… Taşbaşı’na aittir.
O dağların yanık, verimsiz çalılık ve adeta boş olduğu zamanları bilirim ben. Oradaki ormanı yetiştirmek için Taşbaşlılar’ın vermiş olduğu emekleri de… Ancak şimdi devlet el koydu o ormanlara da, “Maliye Ormanı” adını verdi. Hiç kimseyi de sokmuyor içine… Bir taraftan da kesiyor ama… Her neyse; bu konu başka...
Bu yol sapağından sadece yaya yolumuz gitmez bizim. Vasıta yolumuz da buradır. Konya yönüne gideni ama. Zaten genellikle Konya istikametini kullanırız yine de… Bozkır’ın “Cuma Pazarları” hariç…
Araba yolu da batı istikametine gider. Bahsini ettiğim “Maliye Ormanı” bitince tarlalara girilir. “Kızıldüz” dediğimiz ekin tarlalarına… Bu tarlalara girildik yerde yol ikiye ayrılır. Sağa, daha doğrusu direkt batı istikametine giden yol önce Taşbaşı’na, Ora’dan da Yelbeği’yi takiple Bozkır’a devam eder.
İşte bu noktadan sonra sola, yani tam güneye.”Kızıldüz’deki” tarlaları ortadan ikiye bölerek giden bir yol daha vardır. “Bolat Deresi” tabir ettiğimiz Göksu vadisine iner. Ora’da yeniden ikiye ayrılarak güneyden Bolat, batı yönden ise Gederet yönüne devam eder.
İşte bu yol, “Kızıldüz’ün” bitiminde “kağnı durağı” dediğimiz bir tepeye gelir ki Ora’dan sonrası vadidir. Ve seyirlik bir mahâldir.
Şimdilerde “KOP Projesi” kapsamında yapılmakta olan “Bağbaşı Barajı’nın” su toplama alanı olacak olan yer burasıdır. “Kağnı Durağı’dan” seyredilecek olan bölge yani.
Toprak damların saçaklarına “çelen” dediğimizi daha evvel yazmıştım. “Kağnı Durağı’ndan” Vadi’ye baktığınız zaman solunuzda işte anlattığım o “çelene” benzer bir coğrafi yapı vardır. “Çöğürlüsu” yönüne dönük yamacın tepesinde… Dam çelenleri ile aralarındaki bu görüntü benzerliği nedeniyle Ora’nın adını da “Çelen” deriz biz.
“Kağnı Durağı’ndan” sonra yol, yine güney istikametine, “Çelen’in” altından hafif aşağı, aşağı devam eder. Ta ki bu yapı bitip de ana vadi ile birleşilen yere kadar... Tam orada yol sağa, yani batı istikametine büyük bir virajla dönerek kıvrıla kıvrıla Göksu’ya iner. Sergiye gittiğimiz o bağ, işte tam bu dönemeçte, bu dönemecin içbükey açıklığındaydı.
Sonra da yine kıvrıla kıvrıla Bolat, Gederet yönüne çıkar…
Sonra da yine kıvrıla kıvrıla Bolat, Gederet yönüne çıkar…
****************
Kara Mustafa’nın bu bağdaki sergi işi gecikmekteydi…
Öyleyse Çare neydi?
Çare:
O tanıklık için gittiğinde, sergi sermek üzere O’nun yerine Analığım gitse olurdu. Allah razı olsun bu çözümü analığım da kabul etmişti. Dedim ya; Okul konusundaki olumsuz tavrı çoktan değişmişti…
Fakat bu çözümü Kara Mustafa kabul etmedi. 1 değil, 2 yevmiye yardım istiyordu. Çünkü Bozkır’a gitmek için gece saat: 02.00 de yola çıkacak, ta ikindiden sonra, belki de akşamına, dönecekti geri… Hattâ yatsıyı bile bulabilirdi dönüş. Ve çok yorulacaktı. Ertesi günkü sergi çalışmasında fazla verimli olamayacaktı. Hem zaten bu tanıklığa gidiş-dönüş 2 yevmiyeye de denkti.
Peki; madem öyleyse ne yapmalıydı?
Çaresiz duruşmanın olacağı günün öncesinde hem Analığım hem de Babam gitti onlara sergi için yardıma… Hattâ ben bile gittim…
Yine de Allah razı olsun; sarı altın döksen gitmeyebilirdi yani! Haset edeydi hani...
Hem adamın işi boyundan aşkın öyle ya!
Allah’ım hiç darda bırakmasın O’nu da…
O gece Babam , ben, Havva Teyzem ve Kara Mustafa… Hep birlikte çıktık yola. Gece saat 01.00 den sonra. Ben çocuk olsam da “pire gibiydim” maşallah! Yol, yokuş dinlemez, “bir koşu” giderdim! Babam geçti o zamanlar; kara Mustafa da dinç… Lakin Havca Teyzem yaşlıcaydı biraz. Yine de gücü yeterdi. Hepsinden Allah razı olsun; soluklanmadan vardık sabahına Bozkır’a… Ve doğruca Hâkim’in karşısına....
Saatinden önce girdik binaya… Bozkır’daki Cuma Pazarlarının kurulduğu o Cumhuriyet Meydanı’nın batı yanında ve girişi doğuya, yani meydana bakan o eski hükümet Konağına… Hakimlik, Savcılık ve Kaymakamlık üst katındaydı Ora’nın. Nüfus Müdürlüğü ise alt katta ve güney cephede… Duruşmaya girdiğimiz salon da Güneyde idi.
Hakim karşısına çıktığında tereddüt göstermeden, net ve inandırıcı bir ifade verdi Kara Mustafa.
“Kapı komşuyuz biz bunlarla. Gayet iyi biliyorum bu çocuk 1954 doğumludur. 12 yaşını doldurup 13 yaşından gün aldı. Benim oğlum Davut ile aynı zamanda doğdu. İsterseniz kütüğü açıp bakın! Davut 13 yaşına girdi” dedi.
Kısaca buydu ifadesi.
Teyzem işi biraz karıştırdı. Fakat yine de ısrarcı oldu. “Bu çocuk 12 yaşını doldurdu. Gayet iyi bilirim… Anası yeğenim olur. Zaten kendi ellerime doğdu…” diye ısrar etti. Bu kararlılığı karşısında hakim daha fazla sıkıştırmadı Teyzemi…
Konuşanları yazdırdı. Yazılanları herkese imzalattırdı. Havva teyzem parmak bastı…
“Bekleyin” dedi Hakim, “İkindiye yakın gelin... O zamana dek işlerinizi bitireyim...”
****************
Günlerden bir Cuma ve Bozkır’ın pazarı idi. Bu arada şu senet konusu da çözülmeliydi. Okul’a verilmesi lâzımgelen şu 5.000 liralık kefilli teminat senedi… Babam kefil aradı oralardan. Kime söylediyse bulamadı. Çekiniyorlardı bu akçalı işlerden... “Ya okumaz, yada okuyamazsa bu çocuk…?” diyorlardı.
Eh…! Haklıydı adamlar…
Kendileri açısında haklı…
Adamın, adamı olmalıydı öyle ya…
Sanırım, okuyamama ihtimalim yanında Babama da güvenmiyorlardı. O bir fakir adamdı. İş başa düşerse bu paranın ödenme meselesi kendilerine sıçrardı…
Nihayet kefalet işi olmadı…
Babam kefil bulmadı…
Üstelik son gün, o gün…
“Pazartesiye Okul’a yetişilecek…
Hem Okula kaydın son günü, hem de okul açılacak…
Bu kefil bulunmazsa bu iş, yani Okul’a gitme işim yatacak…!?”
Biz durumun bu olduğunu düşünüyor, böyle değerlendiriyoruz. Çok üzülüyoruz…! Gerçeklik de öyledir, öyle olmalı zaten…
“Bize göre o iş, o birkaç saat içinde bitecek…
Mutlaka bitecek…
Aksi halde yol kapanacak…
Onca emek, kazanım ve umut boşa gidecek…!?”
İkimizi de bir üzüntü ve telaş alıyor… Babamla bizi…
Şaşkın şakın dolaşırken ben ağlamaklı…
Bir de ne göreyim?
Anam var Pazar Yeri’nde…
Üzüm satıyor kendi önünde…
Yanına çağırdı beni görünce…
Sordu, anlattım durumu ve üzüntümü…!?
Anlattım… O da telaşlandı… “Sen otur burada bakalım!” dedi bana ve oradan ayrıldı...
Az sonra yanında “Kâmil Öğretmen” olduğu halde çıkageldi. Gederet (Dereiçi) Köyü’nün Öğretmeni ile... Kamil ESER Hocam ile yani… O esasen kendisi de Gederet Köyü’ndendir… Ve de İvriz Mezunu… O köylü olarak İvriz’in tek mezunu… Çünkü o yıllarda Ora’nın halkı okumaya pek yönlenmemişti henüz… Şimdilerde bu alanda çok başarı gösterdilerse de…
“Olur mu hiç?” diyor Kâmil Öğretmen… “Kefil olunmaz da, bir çocuğunu istikbaliyle oynanır mı hiç…?”
“Haydi gidelim!” dedi bana, “Kefil, ben olacağım!”
Öyle bir sevinç ki bende…!?
Sormayın ötesini…!?
En önemli engellerden birisi aşılmıştı.
Allah’ım Onları da sevindirsin hep.
Hem Kâmil Öğretmen’i, hem anamı…
Hem burada; hem orada…
Doğruca Babamı bulduk, Kâmil Öğretmenimle… Zaten bir avuç yer o yıllarda Bozkır… Hani o “Aslan Mustafa” türküsünde söylenildiği gibi “küçük bir kasaba”…
Hemen Noter’e gittik ve gereken senedi yaptırdık.
Şükür; pek çok sevindik!
*******************
İkindi aralığında Hakim’e geldiğimizde işimizin hazır halde olduğunu öğreniyoruz. Bize bazı evraklar imzalatıyorlar Mahkeme Kalemi’nde…? Şimdilerde anladığım kadarıyla kararın tebliği ve temyiz etmeyeceğimize dair olan ve kararın kesinleştirilmesine dönük evrak ve işlemler olsa gerek…
Oradan Nüfus Müdürlüğüne indiriyorlar bizi…
Sanırım Hâkim nüfus idaresine gerekli uyarılarda bulunmuş olmalı ki; gereken işlemleri derhal yapıyor onlar da. Nihayet, o sıralarda kullanılmakta olan çok sayfalı nüfus cüzdanımı alıp doğum hanisine yeni doğum tarihini yazıyorlar. Eskisinin karşısına “aslı”, yenisinin karşısına da “tashih”, yani “düzeltme” notunu düşüyorlar. Mühürleyip, imzalıyorlar.. Yaşım büyültülmüş olduğu halde, Babama geri veriyorlar....
Şükür; o iş de tamam…
İkindiyle Akşamın arasında yola çıkıyoruz; Doğruca Köy’ümüze dönüyoruz…
Yaya…
Dönüyoruz ama varana dek yatsıyı çoktan geçiyor zaman…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder