Gidenler Babamla Anamdı!
Görünürde giden Dedemdi. İşin aslındaysa işlevsel anlamdaki babamdı… “Dede” desem de O’na, O benim babamdı! Hanife Ebem de anam…
Bunu hep böyle algılamıştım ben.
Kendimi bildim bileli…
Zaten hep onların yanında, himaye, sevgi ve şefkatindeydim.
Kendimi bildim bileli dedim de:
İki yaşımdan sonrasını net olarak hatırlarım.
Hatta anamın sütten kestiğini bile…
Onlar fiilen ayrıldıklarında, babam bana; “Sen daha 12 aylıktın” dese de, 18 aylıkmışım. Ki, onların birlikteliklerini hiç hatırlamıyordum. iki yaşıma dek sürse, mutlak hatırlardım bunu da.
Kendimi hep Dedem ve Hanife Ebemle bildiğimden mi olsa gerek, yoksa nedir bilmem; Daima kendimi o evin çocuğu saymışımdır. Amcalarım ve Babamı ise bir nevi büyük ağabey gibi bir şey...
Algılayışım buydu.Kendimi daha sevgili bulurdum o hane için. Onlara göre yani.
Dolayısıyla, bu giden dedem değil, babamdı!
Hakiki ve gerçek anlamdaki babam…
Kendilerine “Ana - Baba” diye hitap ettiğim biyolojik anlamdaki Anamla Babam ise, gerçek anlamıyla “ana – babam” değil, adını koyamadığım, kendine has ilişkiler sürdürdüğüm bir nevi yakınındılar. Özel birer yakınım…
Nitekim kendileriyle bunca yıldır sürdürdüğüm ilişki de böyledir; buna göredir! Birçok alanda aramızda dayanışma sürse de evimiz, yolumuz, beklentilerimiz ve özellikle hayat yolculuğumuz sürekli farklı olagelmiştir. Ortak amaca yönelik yaşama olanağımız hiç olmamıştır.
Onların evini kendime ev, yolunu kendime yol edinmedim hiçbir zaman. Buna “edinmedim” demekten ziyade; “edinemedim, edinmeye olanak bulamadım,; göremedim!” desem daha doğru olacaktır belki.
Eh, hayatın cilvesi diyelim.
Diyelim ama bu realiteden şikayetim yoktur esasen!
Keşke bu realiteyle daha uyumlu yaşama olanağı bulabilmiş olsaydım.
Yahut da bu yönde kararlar alıp uygulayabilseydim. Sanırım ilişkimiz daha sağlam olur, kendim de daha verimli bir hayat yaşardım. Ancak bu konuda zaaflar gösterdim.
Kendimi yalnız bulmaktan; her şeye rağmen huzurlu bir aile ortamı arayışımdan vs…
İşin bu yönü bir kenara bırakılırsa eğer, yine de bir çok alanda dayanıştık.
Bu arada hemen belirtmeliyim ki:
Kendilerini çok seviyorum ben. Kendi oldukları biçimiyle yani.
Birbirlerinde ayrılmış olmaları nedeniyle her ikisine de hayatımın hiçbir döneminde kırgınlığım olmamıştır. Durumu kendi doğallığı içinde kabullenmişimdir hep.
Allah acılarını göstermesin. Babam 81, Anam 78 yaşına döndü. Her ikisi de sağ maşallah!
Babam; Analığıma teslimdir şimdilik… Kendi köyümüzde… Allah O’na da sağlık sıhhat ve afiyet versin O’nun yaşı da 75’e dayandı neredeyse. Allah binlerle razı olsun Analığımdan da. O olmasa halimiz nice olurdu şimdilerde babam açısından, bilemiyorum doğrusu. Allah eksiltmesin!
Anam yalnız yaşıyor; Konya Merkez’de.
Kocası öleli 30 seneye vardı.
Hayat yolculuğunda garibim çok çırpındı, çok yoruldu, çok ezildi.
Sanırım, daha yeni yeni kendi oldu, kendine gelebildi.
O da tam olarak değil belki.
Yorgunlukları halâ atamadı üzerinden!
Allah O’nun da, hepimizin de yardımcısı olsun!
*******************
Dedem gitti gitmesine ancak, bereket versin Hanife Ebem vardı geride. O yeterdi bana. Dedemin günlerine benzemese de.
Fakat o da erken ayrıldı; 1972’nin başlarında.
Rabbim O’na bir yıl daha ömür nasip etmedi. Yandı Ebem yandı!
“Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var!” derdi son yıllarda sürekli bana Hanife Ebem. Yine bu sözlerine pek aldırış etmezdim. Turp gibiydi maşallah. Belki de ben öyle görmek isterdim, bilemiyorum!? Sadece gözleri zayıflamıştı biraz. “Tavuk karanlısı” derdi buna. Loş ışıkta, özellikle akşamları iyi seçemezdi gözleri. Belki de pek görmezdi. İyice zayıflamıştı yani. Gözlerinin görmesi güçlensin karaciğer ısmarlardı “Bozkır Pazarı’dan” sık sık. Yiyince “o ciğerlerden, gözleri için fayda bulduğunu” söylerdi.
O yıl son sınıftaydım. İvriz’de yani. 1971-1972 Eğitim-Öğretim yılıydı. Güzün giderken gördüm en son kendisini. Yine; “Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var!” dedi de kucaklaşıp helalleştik.
Elime azıcık para sıkıştırırdı hep. 5 lira civarında bir şey. Lirası önemli değildi. Önemli olan o para ile verilen değerdi; sevgiydi.
Bilmem ki nereden bulurdu o parayı? Sanırım güçlükle de olsa bakmakta olduğu arılarımızdan... Dedem zamanından kalma arılıktaki arılarımızdan. Kütük kovanlarımızdan.
Ve emanet ederdi bana. “İleride elime geçince, vermekte olduğu bu paraları topluca bir su hayrına vermemi” dilerdi. Eh bilmem ki yapabildik mi?
O yılın şubat tatilinde geldiğim zaman doğruca babamların evine çıktım. Sağ olsunlar konu komşu, eş dost ve akraba “hoş geldin” demeye geldiler. Şevket Emmim ve Hamdi’si de oradaydı. Yine de benim gözüm kapıdaydı. Hanife Ebem bir türlü çıkıp gelmiyordu.
Sormadım; seslenen de olmadı.
Bir ara Şevket Emimin Hamdi laf arasında; “Hanife Ebem yandığında…” falan gibi bir şeyler söyledi. Derhal fırladım. Ancak oturttular beni. “Bir şeyi yok, yanması da önemli değil!” diyerekten.
“Peki neden gelmedi madem?” diye sorduğumda…
“Biliyorsun akşamları gözü görmez, erken yatmıştır. Zaten sen de geç geldin. Geldiğini duymamıştır. Duysa çıkıp gelirdi. Sen otur yerinde. Sabah görüşürsünüz” dediler. Orada bulunanların cümlesi bu ifadeyi tastiklediler. Hamdi de…
Tüm şüphem gitmese de inandım. Belki gerçekle yüzleşmekten korkup, inanmayı tercih ettim. Sanırım bunu yaptım. Dolayısıyla aşağı kattaki evine gidip bakmadım. Sabah erken gidip baktığımda ise kapıları kapalıydı Ebemin! Kimsecikler yoktu evinde.
Bir ağladım; bir ağladım…! Sormayın çok ağladım! Lakin çare yoktu geride.
O gün Babam, akşama yanına inmiş Hanife Ebemin. Yoklamaya… Ve isteği varsa sormaya. Havalar soğuk. İçinde odun yakılan “teneke sobasını yakıvermesini ve kendisine öte yakadaki (öbür mahalledeki) bakkaldan (Zafer Turhal) bir ağrı kesici hap getirivermesini” istemiş. Babam sobayı yakmış. Öte mahalleye, Bakkal Zafer’e hap almaya gitmiş. Babamın geciktiğini görünce Analığım aşağıya inmiş. Babamı çağırmaya… Bir ne görsün? Kesif bir duman; kesinlikle girilmiyor içeriye… Bağırmış “Yangın var!” diye…
Mustafa Emmim falan yetişmişler..
Zaten evimizin üst katında iki ayrı kapıdan işlenilmek suretiyle Babamla, Mustafa Emmimgiller, Alt katında Dedemler otururlardı. Şevket Emmimin evi az daha aşağıdaydı. Dedemin, kendi dedesinin evi. Babasından kendine intikal eden bölümü…
O sıralar elektrik falan yok Köyde. Açmışlar kapıyı pencereyi… Yakmışlar kandiller? Hanife Ebem çoktan yürümüş rahmete… Yanmış Hanife Ebem!
Kömür gibi değilse de, pişmiş etleri Garibimin! Öyle diyorlar.
Yerlerde kandil falan bulmuşlar devrik. Galiba kandili yanmakta olan sobadan yakmaya çalışmış. Bu arada kandili devirse gerek!? İçindeki gaz yağını kendi üzerlerine falan dökse gerek?! Bu arada soba yahut kandilden, kendi üzerene ateş tutuşsa gerek?! Ve görmeyen gözleriyle söndüremese gerek!?
Ki etekleri ile birlikte yanmış bacakları.
Duvarlara tutunup kurtarmaya çalışmış kendini.
Lâkin kurtaramamış.
Duvardaydı ellerinin izleri.
Allah’ım burada gösterdin bir daha asla gösterme Ebeme ateşleri.
Ve hiçbirimize inşallah!
O eve bir daha giremedim. Neredeyse 15-20 sene…
Girdiğimde gördüm duvardaki izleri…
Şimdilerde Babamla Analığım oturuyor orada.
Allah korusun…
Sonları asla benzemesin!
Anlayacağız; Hanife Ebem de gitti böylece.
Bu hal üzere yürümek düştü bizlere de...
***************
Olaya benim girdabım açısından da bakmak gerekirse: Bir yılcağız daha yaşayabilseydi yeterdi bana Hanife Ebem. Okul’u bitirip, tam da “işi yırttım” dediğim o sıralarda, özel hayatımla ilgili girdiğim o girdaplara girmeyebilirdim. Çünkü O’nun bir soluğu olsa yeterdi bana. Büyük bir dağ ve dayanaktı O. O’na dayanır korunurdum! Mutlaka korunurdum üzerime çöreklenen manevi zorlamalardan.
Ebemin kapısı kapanınca bırakın dayanağı, sığınığım da kalmadı.
Bu yokluk içinde, önüme gerilen manevi baskılardan kendimi koruyamadım ben de.
Aradığım destek ise olmadı; bulunmadı gitti!
Ve boyun eğdim baskılara…
Aşamadım kendi başıma.
Babamdan asla destek alamadım bu aşamada. Para pul desteği değil; manen sahip çıkılma desteği. Aynı İvriz’in sınavına müracaat ederken ki gibi bir “heriflik” yani. Yumruğu masaya vurup yolumu açması. Ama yapamadı...
İşte o, 17 ile 19 yaş aralığımda…
Babamın bu tarz tavrına;
Yapması gereken ikinci bir “herifliğine”;
Şiddet ve önemle bir kez daha ihtiyaç duyduğumda…
Ve hattâ muhtaç olduğumda…
Yalnız geçen çocukluğumun biricik özleminde…
Yurt yuva tutmak arzumun işte o suiistimalinde…
Bu yollarda yapayalnız kaldığımda…
Ve, tam aksine:
“Üç kuruşluk maaşım olacak” diye, çıkarcılarca istikbalime el atıldığımda…
Yakın çevremdekilerin kendi çıkarından yana o baltayı vurduğunda…
Sürgün yerlerime, yerlerime denk düşüp; yolları şaşırtıldığımda…
Şeytan tuzaklarına yakalandığımda…
Aklım tutulup, kullanamadığımda…
İradem manevi baskılarla bunaltıldığında…
Sımsıkı bağlanıp da kullanamadığında…
Akıl fesadına uğratıldığımda…
Bilinmezlere doğru yuvarlandığımda…
Ne yaptıysam da çıkamadığım o girdaba düşürülüp, bunaldığımda…
Tutunacak bir dalları çok, ama çok aradığımda…
İşte bu anlamda;
Bir soluğun varlığı dahi yetecek olduğu, işte o anda…
Manevi bir desteğe, şiddetle ihtiyaç duyduğumda…
Suat YENİTÜRK Ögretmenimin yaptığı misal bir “gaz veren” de olmamıştı O’na...
Eh!
Sanırım bu O’nun yapısıdır. Belki de yaşam algısı böyledir; bilemiyorum…
Yine ve elbette; “Allah kendisinden razı olsun!” diyorum!
*****************
Sonrası mı?
Tutunduğum umut dalları bomboş; hepsi elimdeydi.
Ödediğim onca fatura; borcum yerli yerindeydi…
Sadece çoğaldı; asla eksilmedi ki!
O uçurumun başı, bir daha ele geçmedi.
Tırmandıkça yuvardık; çırpındıkça battık!
Yandık, kavrulduk; yine de biz suçlandık!
Hasetçilerin hasedinden,
Kınayıcıların kınamasından,
Kendini bilmezlerin dilinden de kurtulamadık.
Tüm bunlara inat verdik yaşam mücadelemizi…
Yine de bu tarz bir yaşamla çok, ama çok yorulduk.
Babama bir tek kırgınlığım:
Anlatmakta olduğum bu, özel hayatımda dair, yuvarlanışımdaki tutumuna dairdir.
Bu alanda bana manevi destek vermemesi verememesidir.
Kızarım babamın bazen kendisine;
Kendi kendime yani.
“Etkisiz eleman falan” diye….
Suç atacak yer ararım kendi kendime…
Siz yine de bakmayın, öyle “etkisiz elaman” falan dediğime! Sıradan bir kul ve “Allah’ın adamı” diye tabir edilenlerden biridir Babam… Kimseye gücenip darılmaz. Hattâ kendi nefsi açısından kırıldıklarına bile… Benim gibi değil O; hiç bir suçlunun suçunu yüzüne vurmaz. Hep güler yüz gösterir adama...! Ve affedicidir daima.
Neyse:
"Takdir-i İlâhidir!" diyerek geçelim artık bunları…
Gidelim, İvriz ‘in sınavına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder